25 Ocak 2014 Cumartesi

"Yedinci Oğul" Karmaşası


  Öncelikle 7. oğuldan bahsedelim: Bazılarının aklına hemen Iron Maiden'ın "Seventh Son Of A Seventh Son" albümü gelebilir. Konuyla alakalı olsa da, bahsettiğim karmaşayla pek ilgisi yok aslında :)
  Yukarıda bahsettiğim albümün ismi, yani "Yedinci Oğlun Yedinci Oğlu" aslında eski bir İrlanda inanışıdır. Bu inanışa göre; bir ailede doğan 7. oğlun 7. oğlu doğaüstü güçlere sahip olurmuş.

   Şimdi bahsettiğim karmaşanın ilk kısmını anlatayım: Geçenlerde youtube'da "Seventh Son" diye bir filmin fragmanına rastladım. İşte tam olarak şu aşağıdaki fragman oluyor:

   Filmin adını görünce aklıma birkaç defa kütüphanede rastladığım ve almak istediğim bir kitap geldi. Filmi izlemek için çok can attığımdan değil ama yeni çıkacak bi filmin kitabı olduğunu biliyorsam, hemen o kitabı alıp okuma gibi bi refleksif felsefe gelişmiş bende. Kütüphanede gördüğüm kitap da tam olarak aşağıdaki kitap oluyor:



  Neyse işte, uzun lafın kısası, bir dahaki kütüphane ziyaretimde gidip, bu kitabı aldım ve okumaya başladım. 70 küsürüncü sayfadayken internette yine bu fragmana rastladım. Bu defa yorumlara bakayım, kitap hakkında bir şeyler yazmışlar mı, dedim. Sonra öğrendim ki; bu fragmandaki 7. oğulla benim okuduğum kitabın alakası yokmuş :(
 


  Meğer yine "Yedinci Oğlun Yedinci Oğlu" inanışıyla ilgili başka bir seriden uyarlanmış bir filmmiş bu. Uyarlandığı kitap serisinin adı da "Wardstone Günlükleri" imiş. Evet, geçenlerde sahaftan alıp, resimlerini paylaştığım seri kendileri. Buyrun, bu da çektiğim resmi:

  Uzun lafın kısası, öykümüzün ana fikri: Bazen mutluluğu fazla uzakta aramamak gerekir :)

22 Ocak 2014 Çarşamba

Fısıltı

PUAN: 5/10

KİTABIN KONUSU

            -Kitap kapağından alıntıdır-
Kovulmuş bir meleğe âşık olmak…

“Bütün sınıf arkadaşlarımın isimlerini biliyordum… biri hariç. Yeni öğrenci… Arkamdaki sırada, serinkanlı siyah gözleri karşıya sabitlenmiş bir hâlde kaykılmış oturuyordu…

Siyah gözleri beni âdeta delip geçiyordu. Dudaklarının kenarları yukarı doğru kıvrıldı. Kalbim bir an tekler gibi oldu ve o bir anlık duraksamada, kasvetli bir karanlık duygusunun bir gölge gibi üzerime örtüldüğünü hissettim. Bu duygunun kaybolması sadece bir an sürdü, ama ben hâlâ ona bakıyordum. Gülümsemesi dostça değildi, bela kelimesini heceleyen bir gülümsemeydi. Ve vaat doluydu.”


  NEREDEN ESTİ?
 Şu "melek" kitaplarını hep bi yerlerden duyuyordum ama bana hiç çekici gelmiyorlardı. Çünkü eğer bir kitabın içinde bir melek gibi güçlü bir varlık varsa karşıma büyük ihtimalle 2 senaryo çıkabilirdi: 1-Melek çok güçlü olacak ve kimse karşı koyamayacak; bu yüzden de kitap çok sıkıcı gelecek. 2- Melek olmasına rağmen daha zayıf olanlara karşı dezavantajlı duruma geçecek ve bu durum her türlü, mantıksız bir şekilde gerçekleşecek. Halk kütüphanesinde Fısıltı kitabını gördüğümde ön yargılı davranmayı bırakmak için (goodreads puanının yüksek olması da etkili oldu tabii) kitabı bi alıp okuyayım dedim ben de.

20 Ocak 2014 Pazartesi

Sıdıka'dan Alıntılar

"-safiye: kim bakıyo kız, ört perdeyi. çekıl şu camın önünden!. kız çeksene şu perdeyi.
-sıdıka: ay tamam tamam çektik. hemen de uzaylılar iffetime baktı ordan. olmaz böyle bişey yaa. elalem aya gidiyo, biz cam önünde oturucak teknolojiye sahip diiliz daha. galileo'yu da bu zihniyet astı zaten. engizisyon mahkemesi.
-safiye: engin kim kız?.
-sıdıka:tamam anne kapatalım bu konuyu.
-safiye:ben biliyorum o engin'i ama. açıyo telefonları, ben çıkınca sessiz sessiz duruyo. efendi karakterde bi insan olsa, ses verir, kendini tanıtır, kısa künye yapar. "


"-Ben genç kızkene bi kere zeplin gördüm rüyamda... şööle kocaman balon gibi bişey... kalktım annaanene sordum, "kötü haber derler" dedi... hakkat devrisi gün büyük dayım minare şerefesine çinko çakarken aşsa düştü... içime doğmuş demek ki...
- Cep denizaltısı gördün mü hiç anne kız?.. kısmet derler...
- Hemen dalga geç anneyle bok karı... yiycen şimdi kafana terliği...
- Kadına bak yaa.. şu sıcakta, sırf gerektiği zaman benim kafama atabilmek için terlik giyiyo... silah gibi takıyo onları ayaana, şööle şööle topuklu... terlikli ilah... çıkar o terlikleri de ayağın rahatlasın... atçak bişey istiyosan elinde bumerangla dolaş... hem geri döner... bumerang dedim de aklıma geldi... rüyada bumerang görmek hayırdır... gurbetten biri gelcek demektir... dönüyo yani... çaktın?
- Çakıcam şimdi seni yerlere, yolucam o saçını başını cadaloz... ne lan morglar, eskimolar, titanikler, burner... şeyler... jet denizaltılar!... adam gibi bir laf çıkmaz şu deli karının ağzından... elin kızları evlerinde hanım hanım oturup saçlarına boncuk takar, ne bileyim kral tv seyreder, romina'yla gülçin'e faks çeker...
- Hee... faks var ya bizim evde... ama tabi lazım artık... her genç kızın rüyası... bi diceylen fakslaşmadan ölürsem gözüm açık gider... kız hakkaten anne eve faks alalım... bak kendi ağzınla sööledin... sen ister misin biricik gelinlik kızının çeyizinde faksı yok, sıradaki parçayı isteyemiyo... bu arada rüyada faks görmek "düşmanın var" demek... onu da araya sıkıştırıyım...
"


"-Sıdıka kız, ister misin şu karşı sarı evdeki üniversiteli oğlanlar bombacıymış mesela... Gece gündüz evde bomba pişiriyolarmış...

-Valla olabilir anne... İstersen ben gidiyim ağızlarını bi arıyim... “Annem iki metre dinamit fitili istiyo” diyim... Bakalım vericekler mi? Ya da çalıyim kapılarını, “sizde fazla örgütsel dökümanla bomba yapımında kullanılan çeşitli malzemeler var mı” diye sorıyim... Bu sırada babamla sen evi arkadan kuşatın... "


"safiye: Marpuçcu baba hazretleri'nden ne diledin kız?
sıdıka: Park yeri...
safiye: Hazretleri'nin huzurunda çimdirmiyim şimdi! ulu kimselerin türbesinde huzura çıkınca makara yapılmaz... hele anneyle dalga geçmek hiç olmaz, çarpılırsın alimallah... bööle yamulup helezonik kalırsın...
sıdıka: Niye? dalga filan geçtiğim yok, ben hazretleri'ne dua okuyup, park yeri istedim... seneye de araba istiycem kısmetse...
safiye: O dilin şişer de kalır ağzının içinde, dalga geçme diyorum sana!.. park yeri istemişmiş... direkman araba istesene madem... niye işi uzatıyosun? marpuçcu baba hazretleri park kâhyası mı sana park yeri bulacak?
sıdıka: Bizi batıran bu zihniyet işte... önce alt yapı sorununu halletmeye çalışıyoruz heralde.. park yerin, sürücek yolun olmadıktan sonra rolsroys'un olsa ne yazar... bütün hıyar tüketiciler gibi üç kuruşu denkleştirip araba almakla olmuyo bu iş...
safiye: Hıyar deme hazretleri'nin huzurunda... hem senin araba istemen bile manasız... gelinlik kızsın, hayırlı bi kısmet istesene... en azından kısmetinle ilgili altyapı hizmetleri iste, kocana iyi bi iş, bedelli askerlik filan.
sıdıka: Bana ne, onları erkek tarafı istesin.
safiye: Manyak! önce akıl fikir istemek lazım sana.
sıdıka: Hakkaten fikir isteseydim keşke... acaba marpuçcu baba hazretleri'nin 2000 yılının eşiğinde bir megapel olarak istanbul'un sorunlarıyla ilgili çözümsel fikirleri var mıdır? kız anne hakkaten bi düşünsene... bööle bi fikri hazret lütfedip bana verse, ben bu yerel seçimlerde aday olsam.
safiye: Töbe de kız çabuk... bi dilek dile dedik, koca istanbul'u istedi salak... sana kaldıydı... elin değmişken eflak ve boğdan'ı da isteseydin... hem sayın tansu çiller istanbul'u senden önce istedi bi kere.
sıdıka: Hazret'in huzurunda kapışmayalım şimdi anne... ben öölesine söyledim zaten. fikir iste diyen de sensin... hem hazret bilse de kimseciklere söölemez ki... arazi mafyası bi öğrenirse kabrinde rahat bırakmaz adamı... gelip türbesinin üstüne gecekondu plazası yaparlar.
safiye: Hadisene kız.
sıdıka: İçimizden diliyoruz heralde.
safiye: Niye? annenden gizli saklı bişeyin mi var? damat bu boru dul, kızımın kısmetini bilmek en tabii hakkım.
sıdıka: Manyaklaşma anne, damadın henüz tasarı safhasında... şööle ela gözleri, siyah saçları olsun diyorum, iki yanağında gamzesi mutlaka bulunsun, fazla uzun boylu istemez... bebek gibi yüzü olsun.
safiye: Çok yakışıklı olmasın, gözü dışarda olur... şimdiki gençlerin hepsi manyak, televizyondan felan kışkırıyolar... sen kendine göre bişey iste... siyah gözlü filan olsun, kara kıvır saçlı, bıyıklı, hafif kel ve göbekli de olabilir... evine bağlı olur o tipler... bira içip maç seyreder, iki de çocuk dogurup atarsın önüne, sen sağ ben selamet.
sıdıka: Hazret de şaşıcak şimdi bu işe. kısmeti kim istiyor karıştırıcak... adı geçen kısmet benimdir efendim, annem kafayı yedi, mümkünse onu kaale almayın, amin.
safiye: Sen yedin esas kafayı. o çocuk itin teki.
safiye: Niye? annenden gizli saklı bişeyin mi var? damat bu boru dul, kızımın kısmetini bilmek en tabii hakkım.
sıdıka: Hangi? kim?
safiye: Ela gözlü olan. gamzesi var hani... serseri o.
sıdıka: Kız yok ki ööle birisi anne, nerden biliyoruz serseri olcaanı.
safiye: Ana sözü dinlenicek, o kadar... düdükler o çocuk seni, yüzünden belli, sahtekâr o, koca olmaz ondan.
sıdıka: Lütfen siz annemi dinlemeyin, amin.
safiye: Yürü kız, yok sana kısmet felan, kaltak! töbeler.
sıdıka: Evelallahın izniyle; bi yanlış anlaşılma olmasın hazret... anneminki dul benim dileğim yani... ela gözlü, iyi yürekli olcak... amin... tamam anne çekiştirme... amin... ela göz... tom kuruyz..."


18 Ocak 2014 Cumartesi

SIDIKA, Öpücük Balığı, Fabrıga

  PUAN: 9/10

  KİTABIN KONUSU
Tüm hayatı evinin penceresinden, televizyondan ve babasının kupon biriktirmek için aldığı gazetelerden takip eden entel ev kızı Sıdıka'nın başından geçen olaylar trajikomik bir şekilde bu kitapta yer alıyor.
NOT:Her ne kadar yazarın sadece bu kitabı "Sıdıka" ismini taşısa da, diğer tüm kitaplarında da fazlasıyla Sıdıka hikayeleri bulunmakta; haberiniz olsun :)

  NEREDEN ESTİ?
Küçükken(tahminen en fazla 5-6 yaşlarındayken) kardeşlerimle birlikte Show tv'nin akşamüstü art arda yayınladığı 3 programı asla kaçırmazdık: Şeker Kız Candy, Power Rangers ve SIDIKA. Sıdıka'nın benim için yeri çok ayrıdır ve çocukluk anılarımın temel taşlarındandır. Bu yüzden 3 yıl önce D&R'da Sıdıka'nın kitabını görünce ne kadar sevindiğimi tahmin etmişsinizdir. Fiyatı fazla olduğu için o zaman alamamıştım ama geçenlerde tüm Sıdıka kitaplarının ucuz 2. ellerini gittigidiyor'da bulunca hepsini uygun fiyata aldım ve hemen okumaya başladım.

  5 YORUM
1-Sıdıka'ya geçmeden önce kitaptaki diğer hikayelerden kısaca bahsetmek istiyorum. "Öpücük Balığı" adı altında yazarın 6 farklı, kısa ve duygusal ağırlıklı hikayesine yer verilmiş ve bence bu yazarın mizah dışındaki konularda da yeterince yetkin olduğunu göstermiş bize. "Fabrıga" ise birkaç bölümden oluşan biraz biyografik (yazarın dedesinin hayatı anlatılıyor) biraz da otobiyografik bir hikaye olmuş. Yazarın dedesinin bulunduğu köye kurulan fabrikanın köydekilerin ve özellikle yazarın dedesinin hayatını nasıl değiştirdiğini (genelde negatif bir değişimden bahsedilmiş), daha sonra bu köyde doğup büyüyen yazarın bunlardan nasıl etkilendiği yerel bir ağızla ustaca anlatılmış. Sıdıka ile sizi kahkahaya boğan yazar, Fabrıga ile boğazınızın düğümlenmesine neden oluyor ve gayet kaliteli ve duygusal bir sonla kitabı sonlandırmış oluyor.

2-Gelelim Sıdıka'ya... Kısaca bilgi verecek olursam: Atilla Atalay'ın kurucusu olduğu Hıbır dergisinde yazmaya başladığı Sıdıka karakteri daha sonra (bu dediklerim hep 90'lı yıllarda geçiyor bu arada) yazarın yayımlanan kitaplarında da yer almış ve yüksek bir satış grafiği de elde etmiştir. Senaryosunu yine Atilla Atallay'ın yazdığı, Hasibe Eren'in Sıdıka'yı canlandırdığı aynı isimli dizi Show TV'deki yayın hayatını ancak 1 sezon sürdürebilse de daha sonra dizi aynı kadroyla tekrar çekilmeye başlanmış fakat bu da uzun soluklu olmamıştır. Atilla Atalay'ın Sıdıka'sı hala her ay yeni hikayeleriyle Bayanyanı isimli mizah dergisinde yer almaktadır.

Sıdıka dizisi(1997)
3-Sıdıka'nın kısa hikayeleri sadece karşılıklı konuşmalarla geçiyor aslında. Sıdıka ile birlikte, Saka ailesinin diğer üyelerinin (baba: Zekeriya Saka, anne: Safiye Saka abi: Samim Saka) ağırlıkla dahil olduğu bu hikayelerde bol miktarda argo ve küfürlü sözlerle karşılaşabilirsiniz. Zira yazar Sıdıka ile size toz pembe bir dünya vaat etmiyor. Sıdıka'nın sürekli aile fertlerinden dayak yemesi ise bir süre sonra trajikomik bir hal almaya başlıyor.

4-Sıdıka, zorlamadan da orijinal ve eğlenceli karakterler çıkarılabileceğinin kanıtı olmuş bence. Sıradan (en azından benim yaşadığım çevrede) bir Türk ailesi ve entel kızları... Kısacık yazılara kahkaha bombardımanı olaylar ve konuşmalar sığdırmış yazar. Ayrıca çoğu yerde çaktırmadan öyle toplumsal mesajlar vermiş ki bir an durup uzun uzun o konu hakkında düşünmekten kendini alamıyorsunuz. Yani, güldürürken düşündüren bir kitap olmuş anlayacağınız :)



5-Sıdıka hikayelerinin sonunda "Sıdıka ile Röportaj" isimli bir yazı var ki, tüm bu kısa hikayeler üzerine çok güzel bir renk katmış. Kim dergisinde yayımlanan bu yazı Sıdıka ile karşılıklı oturulup röportaj yapılmış havası vermiş gerçekten de ve Sıdıka hem aile yaşantısından hem de yazarının (Atilla Atalay) ataerkil düşünceyle onu her bölümde babası ve abisinden dayak yemeye mahkum bırakmasından yakınmış bu röportajında :)

  Son olarak: Sıdıka'yı ne kadar anlatırsam anlatayım, siz okumadığınız müddetçe ne kadar dahiyane ve eğlenceli bir yapıt olduğunu keşfedemeyeceksiniz. Bu yüzden, bir sonraki yazımda Sıdıka'dan alıntılar paylaşmayı kendime borç biliyorum. Hatta linkini şimdiden vereyim:


                                         SIDIKA'DAN ALINTILAR

15 Ocak 2014 Çarşamba

Sahici Sahaf-2


    Yaşadığım yerde, orjinal kitapların 2. ellerini uygun fiyata satan sahaftan bahsetmiştim daha önce. (Okumayanlar BURADAN bakabilir)


   2013'ün son ayında yine bu sahaftan epey alışveriş yaptım ve bu alışverişlerde aldığım kitapları ve kaça aldığımı paylaşmak istedim. Bu arada, merak edenler için kitapların orijinal fiyatlarını da hemen altına yazıyorum :)


11 Ocak 2014 Cumartesi

Gregor ve Gri Kehanet

PUAN: 6/10

KİTABIN KONUSU
                 -Kitap kapağından alıntıdır.-
Yazın başıdır ve on bir yaşındaki Gregor dışında herkes yaz kampındadır. Gregor, babasının New York’taki evlerinden çıkıp kaybolmasından beri küçük kız kardeşlerine bakmaktadır. Özellikle de iki yaşındaki kardeşi Bot’a. Evlerinin bodrumunda çamaşır yıkarken, Bot bir hava boşluğunun içine düşüp kaybolur ve Gregor da onun arkasından gider. Artık Yeraltı’ndadırlar ve onları bambaşka bir dünya beklemektedir…

NEREDEN ESTİ?

Açlık Oyunları serisinden sonra eminim herkes "Suzanne Collins ne yazsa okunur" diye düşünmüştür. Ben de böyle düşündüm ve ne kadar hedef yaş kitlesinin düşük olduğunu sürekli kitap yorumlarında okusam da, Gregor serisine(Yeraltı Günlükleri Serisi demek bana zor geliyor) bir şans vermeye karar verdim. Bu arada, ileride pişman olmamak için serinin ilk kitabına 20 TL harcamak yerine kütüphaneden ödünç alıp, okumaya başladım :)

5 YORUM
1-Bir kapıdan geçip yeni bir dünyaya ulaşma fikri daha önce de düşünülmüştü tabii. Alice Harikalar Diyarında, Narnia Günlükleri, Coraline gibi... Bu kitabın kapağından özetini okurken aynı klişeyi yaşayacağım diye çok moralim bozulmuştu. Ama gel gelelim korktuğum olmadı. Karakterlerimiz her ne kadar yeni ve farklı bir dünyaya adım atmış olsalar da hala dünya gezegenindelerdi. Tabii birazcık(!) daha aşağısında, yani Yeraltı'nda.

2-Kitabın baş karakterlerinden biri 2 yaşında olunca ve yaşından büyük davrandığı bazı kısımlar olunca ister istemez kurgudaki gerçekliği sorguluyor insan. Tamam, her şey(olaylar, yerler, eşyalar) gerçek dışı olabilir bir kurgu romanında; ama karakterlerin gerçekliği benim için ödün veremeyeceğim bir husus. Kimse alınmasın; özellikle de sen, Suzanne.

3-Yeraltı'ndaki mekanı tekrar tekrar okumama rağmen bi türlü aklımda şekillendiremedim maalesef. Ya kafam çok dağınıktı ya da yazarın betimlemeleri yetersizdi. Ben yine de kadıncağızın :) günahını almayayım; hadi bu da benim hatam olsun.

4-Aslında yazar, Gregor serisini Açlık Oyunları serisinden önce yazmış. Ama bizde tam tersi bir sırayla basıldı sanırım. Böyle olunca da Türkiye'de yetişkin ve genç-yetişkin kesim özellikle beklentiyi çok yüksekte tuttu sanırım. Kitap her şeye rağmen fena değildi aslında; sadece hitap ettiği yaş aralığı Açlık Oyunları serisindekinin çok altındaydı.

5-Kitapta çok beğendiğim 2 yerden alıntı:


  "Açlıktan ölürsen babamı asla bulamam," dedi Gregor.
  "Doğru," dedi Ripred, bütün bir sandviçi ağzına tıkarak. "Böyle bir anlayışa sahip olmana sevindim. Karşılıklı ihtiyaçlar, güçlü bir bağdır. Arkadaşlıktan ve sevgiden daha güçlü."

 
  "Peki o zaman, Gregor, sana vermek istediğiim hediyeyi biliyorum, ama onu sadece kendi içinde bulabilirsin," dedi Vikus.
  "Neymiş o?" diye sordu Gregor.
  "Umut," dedi Vikus. "Onu bulmanın çok zor olduğu anlar olacaktır. Onun yerine nefret etmeyi seçmenin çok daha kolay olduğu anlar. Ama huzur bulmak istiyorsan, ilk önce bunun mümkün olduğunu umut edebilmelisin."
  "Bunu yapabileceğimi düşünmüyor musun?" diye sordu Gregor.
  "Tam aksine, yapabileceğine dair büyük umudum var," dedi Vikus.

7 Ocak 2014 Salı

Cehennem

PUAN: 7/10

KİTABIN KONUSU
Kahramanımız Robert Langdon gözlerini hastanede açar. Başından kurşun yemiştir ve son iki günü hafızasından silinmiştir. Kendini; hiç beklemediği bir yerde, tahmin bile etmediği kişilerle, beklenmedik bir kaçış ve arayışın içinde bulur.

NEREDEN ESTİ?
Dan Brown'ın tüm kitaplarını beğenerek okuyan biri olarak, son kitabını Migros'ta % 40 indirimle görünce hemen üstüne atladım :)

5 YORUM
1-İçinde hafıza kaybı geçen kurgularda seyirciyi/okuyucuyu şaşırtmanın çok kolay olduğunu düşünenlerdenim (Bu yüzden "Memento" filmine, methiye düzecek derecede hayran olanlara hep gıcığımdır). Yazarın bu konuda kolaya kaçmış olmasını düşünmek beni biraz hayal kırıklığına uğratsa da kitabı okuma hevesimi pek azaltmadı aslında.

2-Kitabın ilk 50 sayfası falan akıcılık açısından gayet iyiydi; ama sonraki 200 sayfa falan, okurken beni mahvetti resmen. Nedenine gelince: Dan Brown kitaplarında, gezilen yerlerin isimlerine ve kısa tarihçelerinin açıklanmasına alışkınız; ama bu kitapta, yazar bu işin suyunu çıkartmış maalesef. Karakterler iki kelime konuşuyor ve 3-4 sayfalık bölümlerin kalan kısmında, adım başı gezilen yerler uzun uzun anlatılıyor. Tüm bu yerler ve eserler bi de İtalyanca olunca, okumak imkansız hale geliyor ve sabrınızın sınırlarını zorluyor.(Kitabı 1 ayda bitirmemin nedeni budur zaten; bahsettiğim 200 sayfayı 3 haftada falan, kendimi zorlayarak okudum maalesef)

3-Kitabın İstanbul'da geçen bölümü diğer bölümlere göre daha iyiydi bence. İstanbul ve Türk halkı gayet iyi betimlenmiş bence. Kötü bir yer varsa da, ben farketmedim :)

4-Maalesef, kitabın arka kapağını okuyunca, kitabın sonunu kolaylıkla tahmin ettim (Hem de daha kitabı okumaya başlamadan). Sırf İstanbul ismiyle kitabın tirajını arttırmak uğruna böyle büyük spoilerları daha kitabın hemen arka kapağından vermek çok gereksizdi bence.

5-Biliyorum, çok fazla olumsuz eleştiri yaptım. Evet, okuduğum en kötü Dan Brown kitabıydı; ama kitabın sonunda bulunan "şey"in yerini önceden tahmin etsem de, olayların nedenini ve karakterlerin tüm bu olaylardaki rolünü hiç tahmin edememiştim ve bu konuda şaşırdığımı itiraf edebilirim. İlahi Komedya eserini sıkmadan, özet bir şekilde tanıtmak ve Dan Brown'ın klasik ve etkili final çıkarımları da, bu kitabı vasat olmaktan kurtaran etmenlerdendi.

5 Ocak 2014 Pazar

Coraline

PUAN: 7/10

KİTABIN KONUSU
Ailesinin bir türlü vakit ayıramadığı küçük kaşif Coraline, yeni taşındıkları evde kendi dünyasına benzeyen bir dünyaya açılan bir kapı keşfeder. Bu kapıyla birlikte, korkunç maceralar da Coraline'ın peşini bırakmaz artık.

NEREDEN ESTİ?
Yazarın ismi yetti aslında: Neil Gaiman.

5 YORUM
1-Değişik tipte kapılardan geçilmesiyle yeni bir dünyaya geçme fikrine Narnia Günlükleri, Alice Harikalar Diyarında gibi kitaplardan alışkınız aslında. Ama yine de Neil Gaiman'ın anlatımındaki özgünlük, bu klişeyi görmezden gelmenize olanak sağlıyor.

2-Coraline'ın geldiği yeni dünya ve karakterler çok iyi düşünülmüş bence.(Neil Gaiman'a bir alkış daha!) Spoiler vermemek için pek ayrıntıya girmiyorum; ama kişiye özel bir dünya tasarlanması ve bu dünyanın amacı gayet özgün ve korkunçtu.

3-Kitapta merak ettiğiniz her sorunun cevabını bulamıyorsunuz. Ama bu bir eksiklikten ziyade, bir merak unsuru görevi görmüş bence. Kötü yaratığın ve yeni dünyanın ne oldukları ve nereden geldikleri uzun uzun anlatılmamış, ama mesela şu an bile bunlar hakkında kendi kendime teoriler üretebiliyorum.

4-Kitabın üstü kapalı anlatımına rağmen, oldukça korkunç olduğunu söyleyebilirim. Tamam, kabuslara girecek kadar bir korkunçluktan bahsetmiyorum(özellikle yetişkinler için) ama kitabı "çocuk kitabı" kategorisine koyamayacağımız ürkütücü bir gotik havası var bence.

5-Kitabın stop-motion film uyarlaması ile ilgili yorumlarım için aşağıdaki linke alayım sizi:

2 Ocak 2014 Perşembe

Goodreads

   Geçenlerde keşfettiğim kitap dolu bir site oluyor kendileri (Biliyorum, çoğunuz bu siteyi bu kadar geç keşfettiğim için benle dalga geçiyorsunuzdur şu an; ama yapacak bişey yok maalesef).
 

  Film izlemeden önce IMDB puanlarını ciddi bi şekilde göz önünde bulunduran biri olarak kitaplar konusunda da böyle gerçeğe yakın puanlamanın yapıldığı bir sitenin olduğunu öğrenmek, haliyle çok sevindirdi beni. Tamam, nadir de olsa bazı kitapların(isim verip rencide etmek istemiyorum :) ) puanları çok şişirilmiş olabiliyor ya da çok sevdiğim bazı kitapların oy sayısının az olması moralimi bozabiliyor ama bu kadarı da olsun artık.

  Goodreads sitesiyle ilgili en sevdiğim şeylerden biri de yıllık reading challange'ları. O yıl ne kadar kitap okuyacağına dair bir hedef koyuyor ve her kitap okuduktan sonra hedefle ilgili ilerlemeni rakamsal verilerle görebiliyorsun. 2013'te geç başladığım ve sınav dönemine denk geldiği için 6 kitap hedefi koymuştum mesela (8 kitap okudum sonuç olarak; fazladan 2 kitap da benden olsun hadi diyerek). Bu sene işi abartıp, 100 kitap okumayı hedefledim. Sonumuz hayrola :) Yan taraftaki goodreads eklentimden beni ve iddiamdaki ilerlememi takip edebilirsiniz bu arada (ama şimdiden söyleyeyim; hedefin çok altında kalırsam dalga geçmek ya da bilgisayar başında hınzırca sırıtmak yok, ona göre).
  Herkese bol kitaplı yıllar :)

1 Ocak 2014 Çarşamba

Yeni Yıl Yeni Yazılar

  Blogum yeni olmasına rağmen okulların açılmasıyla bi boş vermişlik sardı beni ve yazmayı bıraktım malumunuz. Ama yeni yılla birlikte birçok yeni yazı daha yazmam gerektiğine karar verdim. Hem de final zamanım olmasına rağmen (düşünün artık) :) Bu da yeni yılın ilk yazısı oluyor bu arada (Bakın, ilk yazımı yazdım bile). 

  Tamam, bu yazıyı çok uzatmamam gerekiyormuş hissine kapıldım sanki (sürekli parantez içinde açıklamalar yazmamdan anlayabilirsiniz nedenini) ((bakın, yine yaptım))...

  Her neyse... Yazıma burada son verirken; yeni yılın herkese umut, barış, sağlık, mutluluk ve bol kazanç getirmesini dileyerek, yılın ilk klişesine imza atmak isterim :) 

  En iyisi ben susayım da Sertap konuşsun:


LinkWithin